Geçtiğimiz günlerde bir vesile ile bir mezarlığa gittim. İtiraf etmeliyim ki kabristandaki mezar taşları ilk defa bu kadar ilgimi çekti. Şöyle dikkatlice mezar taşlarına bir baktım. Taşların üzerlerine ölenlerin isim, soy isim, doğum ve ölüm tarihlerinin yanı sıra dini semboller de konulduğunu; şiirler ve özlem dolu ifadelerin yazıldığını da gördüm. Bir ismi de “şâhide” olan mezar taşları bizlere toplumların dil, din, tarih, edebiyat, sanat ve yaşam tarzları hakkında çok önemli bilgiler sunmaktadır.
Mesela mezar taşlarına yazılan; şahısların isimleri, soyadları, meslekleri, doğum ve ölüm tarihleri ile toplumun geçmişine dair bilgilerini; şiirleri ve ifadeleri ile edebi anlayışlarını, dini metinler (ayet, hadis ve dua) ile inançlarını, mezar taşlarının basit ya da işlemeli olmasıyla kişinin ve toplumun ekonomik düzeyini, taşlardaki ince işlemelerle de sanatsal düşüncelerini bize sunmaktadır.
“Mezar taşı deyip geçmeyin”. Mezarlar ve mezar taşları mazinin şahitleri, bulundukları devrin aynası ve memleketlerin tapularıdır. İster geçmişte ister günümüzde olsun Müslüman beldelerine saldıran lanetli kavim ve diğer tüm işgalcilerin ilk yaptıkları işlerden birisi mezar taşlarını tahrip etmek olmuştur. Mezar taşlarını tahrip etmek aynı zamanda bir asimilasyon ve yok etme yöntemidir.
Mezar taşı yazılarının unutkanlık yaptığı söylenir. El hak doğrudur. “Mezar taşları insana dünyayı unutturur, ölümü ve ahireti hatırlatır. Efendimiz (s.a.s) de, “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabir ziyareti bize âhireti (ölümü) hatırlatır.” (Tirmizî, Cenâiz 60) diye ferman buyurmuştur. Ölümü hatırlamak; kalbi yumuşatır, bağlanan basireti çözer, hırs ve egoizmi kırar.
Bunun için Müslümanlar eskiden ölümü ve ölüm sonrasını daima hatırlamak, o mukadder an ve diyar için hazırlık yapmak ve dünyayı yaşanması gerektiği gibi yaşamak için mezarlıkları şehirlerin içinde veya ana caddelerin kenarında yaparlardı.
Ama şimdi yeni kurulan şehirlerde ise insanlar mezarlıkları şehrin dışında ve gözlerden ırak yerlerde yapıyorlar. Bunun farklı nedenleri olsa da mezarlıkların şehrin dışında yapılması acaba ölüm ve ahiret gerçeğinden kaçmaya çalışmak için olabilir mi?
Dostlar! Mezar taşlarının üstündeki bilgilerde sanki bir eksiklik var. Örneğin; mezar taşları insanın bir zamanlar dünyada fizyolojik olarak yaşadığını anlatır. Fakat insanın dünyada ne kadar ölü yaşadığını anlat(a)mıyor.
Oysa bu dünyada o kadar YAŞAYAN ÖLÜ var ki. Yaratıcısından habersiz, kendisinden ve çevresinden bihaber, insani özelliklerden uzak, yaratılış amaçlarının dışına çıkmış; kalbi iman aydınlığına erişememiş; hiçbir şeyi anlamayan, önemsemeyen; mazlumun sesini ve feryadını işitmeyen, aç ve açıkta olanı görmeyen, garibanın acısını ve ıstırabını hissetmeyen, başkasının derdiyle dertlenmeyen fakat gezip tozan, yiyip içen, uyuyup kalkan nice kalıbı canlı fakat kalbi ölü insan var.
Dünyada hiçbir amacı olmayan; akıl, kalp ve bedenlerini Allah’ın emir ve rızasına uygun olarak kullanmayan; küfre, yanlışa ve haksızlığa karşı duracak yüreği olmayan; dinine, diline, nesline, değerlerine, namusuna, hayatına, malına ve mülküne zarar vermek isteyenlere karşı çıkmayan ve onlarla mücadele ihtiyacı duymayan insan; Said Nursi`nin ifadesiyle “Hayy iken meyyittir.” Yani, görünürde diri fakat gerçekte ölüdür. Allah Resulü de,
“… hiç ölüyle diri bir olur mu?’’ (Buhârî, Deavât 67) diye buyurur. Bunu sorarken müminlere, ölüler gibi olmayın denmektedir.
Bunların dışında Hay/diri olan Rabbiyle ebedi diriliği elde etmiş ölü diriler de var.
Cemil Meriç, mezar taşları yaşayan ölüleri ve ölü dirileri belirtmediğinden dolayı olacak ki şöyle bir tespitte bulunmuştur: ‘’Hiçbir mezar taşı kitabesi, doğruyu, salt doğruyu, yalnız doğruyu söylemez.’’
Mahşer günü gelmeden önce insanların dünyada ne kadar ölü yaşadıklarını günü gününe hatta saati saatine tespit edecek bir şey bulunsa, ne iyi olurdu!…
Son söz, gerçekte ölü ve diri olanları en iyi şekilde tarif eden Hz. Ali’nin olsun. “İnsanlara faydası olmayanı ölülerden sayın gitsin.“
Sahi! Siz yaşayan ölülerden misiniz?